27 Aralık 2015 Pazar

Sebastian Fitzek - Kıymık



Merhaba :)

2015'i geride bırakmaya yaklaştığımız şu günlerde sınavlarımın da olmaması sebebiyle kitap okumaya daha çok zaman ayırabiliyorum ve bu benim için oldukça mutluluk verici :) 

Daha önce Sebastian Fitzek'in "Terapi" isimli romanını okumuş ve blogumda yorumlamıştım ("2015'te en beğendiğim kitaplar" isimli bir post hazırlayacağım haftaya. Kendisi psikolojik gerilim alanında en beğendiğim roman oldu şimdiden ipucu vermiş olayım) Terapi romanını çok beğenince yazarın Türkçeye çevrilmiş diğer kitabı olan "Kıymık"ı aldım. Fakat araya çok fazla kitap girdi ve okumayı sürekli erteledim. Ta ki bu haftasonuna kadar :)  Konumuz şu şekilde:

Marc Lucas hamile eşini trafik kazasında kaybetmiştir ve bu kazadan kendini sorumlu tutmaktadır. Bir gün bir dergide hafıza silinmesiyle ilgili bir ilan görür ve başvuruda bulunur. Kliniğe gidip gerekli evrakları doldurduktan sonra klinikten çıkar ve hayatının alt üst olduğunu fark eder. Kendini delilik ve gerçekliğin sınırlarında dolanan bir oyunun içinde bulur. 

Kitap, okuyucunun merakını uyandıracak güçlü bir içeriğe sahip. Olaylar geliştikçe aşırı meraklanıp kitabı elimden bırakamadım. Sonunu okuyup olaylar açıklığa kavuşunca ise biraz hayal kırıklığına uğradım. Sen gel soluksuz okunacak bir roman yaz sonunu da böyle yap, olacak iş mi Sebastian Fitzek? Biraz saçma buldum ne yazık ki.

Yine de sonu haricinde psikolojik gerilim türü açısından tatmin edici bir kitaptı. Her sayfada gittikçe artan tempo ve "acaba nolacak" merakı benim için kitabı başarılı kıldı. Ama bu hala göz bebeğimin "Terapi" olduğu gerçeğini değiştirmiyor :D 

Keyifli okumalar :)

20 Aralık 2015 Pazar

Amy Engel - Devrimin Kızı


Hepinize merhaba! :)

Üzülerek itiraf ediyorum ki instagram dünyasına atıldığımdan beri blogumu biraz ihmal etmeye başladım. İnstagram paylaşım açısından daha pratik ve cazip olsa da blogum ilk göz ağrım, vazgeçebileceğimi sanmıyorum. Bu yüzden de hemen "Devrimin Kızı" yorumuma başlıyorum.

"Ben Ivy westfall. Kurucunun kızı. 

Nükleer bir savaş sonrası hayatta kalan az sayıdaki insandan biriydim. 16 yaşında kendimi bir güç savaşının ortasında buldum. Annemin katilinin oğluyla evlenmeye zorlandım. Görevim o kadar da zor değildi. Devrime öncülük edebilmem için kocamı öldürüp ailemin yönetimi ele geçirmesini sağlamalıydım, o kadar… 

Ben Ivy Westfall. Artık sistemin kurbanı değilim. Görevim artık eskisinden daha zor. İnandığım şeyler uğruna, her şeyimi kaybetme pahasına savaşacağım… 

İsmim Ivy Westfall. Ben Devrimin Kızı'yım."

İlk kitabımız "Kurucunun Kızı"nda Ivy, öldürmesi gereken Bishop'a aşık olup görevini yerine getiremeyeceğini anlayınca kendini ihbar etmiş ve çitin dışına sürülmüştü. "Devrimin Kızı" da Ivy'nin dışardaki yaşamını anlatıyor.  Ivy yeni yaşamına adapte olmaya çalışırken Ash ve Caleb ile tanışıyor. Bir süre sonra ise yolları Bishop ile kesişiyor. İpucu vermemek adına nasıl anlatacağımı bilemedim ama merakınız uyandıysa okuyup neler olacağını görün derim :)

Yorumuma gelecek olursak; kitaba dahil olan Ash ve Caleb karakterlerini çok sevimli buldum. Güzel bir dostluk profili çizilmesi açısından hoş olmuş. Bunun haricinde kitap beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. İlk 100 sayfayı fazlasıyla sıkıcı buldum. Neyseki sonra Bishop romana dahil oldu fakat bu defa Ivy'nin gereksiz tripleri başladı. Bir süre nefret-sevgi ilişkisiyle kitabı okudum anlayacağınız. Sonradan olaylar gelişmeye başlayınca ilgim uyandı tabi ve kitabın geri kalanı bir solukta bitti. 

Sonuç olarak kitabı kapattığımda "Güzel bir seriydi" diyebildim :) Yazar tam tadında bırakmış bence. Okumanızı tavsiye ediyorum.

Keyifli okumalar.

14 Aralık 2015 Pazartesi

Ransom Rigss - Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları

Merhaba :)

Bu ayki üçüncü kitabım "Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları" oldu. Kitap için açıkçası ne diyeceğimden tam emin değilim; hem hayal kırıklığına uğradığım hem de beğendiğim bir kitaptı çünkü. 

Gizemli bir ada. Terk edilmiş bir yetimhane. Fazlasiyla tuhaf fotoğraflardan oluşan bir koleksiyon.

Yaşadığı korkunç aile trajedisi yüzünden Galler kıyılarındaki, dünyadan uzakta kalmış bir adaya yolculuk eden on altı yaşındaki Jacob, burada Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocuklar Yetimhanesi'nin yıkıntılarını keşfetmekle kalmayıp, Bayan Peregrine'in çocuklarının sadece tuhaf olmaktan çok daha fazlası olduğunun farkına varır.

Jacob'ın büyükbabası Abe, ona küçüklüğünden beri bir ada ile ilgili tuhaf hikayeler anlatmaktadır. Bu hikayelerde adada tuhaf çocuklar olduğundan, kendisinin canavarlardan kaçmak için adadan ayrıldığından bahsetmektedir. Jacob bu hikayelere inanıp inanmamak arasında bocalamaktadır. Bir gün büyükbaba Abe, gizemli bir şekilde ölür. Ölmeden önce Jacob'tan adaya gitmesini ister. Jacob bir süre bu isteğe direnir fakat sonunda büyükbabasının dileğini gerçekleştirmek için merakına da yenik düşerek adaya gider ve olaylar başlar :)

Konu anlatımını bir anda bitirmiş gibi oldum ama daha fazla olayların içine girip ipucu vermek istemedim. Sadece Jacob'ın adada umduğundan fazlasını bulacağını söyleyebilirim :)

Gelelim benim düşüncelerime... Kitap güzeldi fakat konu itibari ile "fantastik" olsa da ne yazık ki her yaş grubuna hitap edecek nitelikte değildi. Okurken zaman zaman çocuk kitabı okuyormuşum gibi hissettiğim oldu.

Kitabın kapağına, anlatımına, içerisindeki fotoğraflara ise kelimenin tam anlamıyla bayıldım! Keşke tüm kitap kapakları böyle olsa. Okurken harika bir his yaratıyor :)
Kitabın içerisindeki fotoğraflar ise romana inanılmaz güzel bir hava katmış. Olay örgüsü ile birleşince kendinizi kitapta yaratılan atmosfere yakın hissediyorsunuz.

Genel olarak beğendiğim bir kitap oldu. Keyifle okusam da dediğim gibi her yaş grubuna hitap etmeyebilir. Bu yüzden tercih sizin :)

Keyifli okumalar.

9 Aralık 2015 Çarşamba

Amy Harmon - Tersyüz



Güneşli ve güzel bir kış gününden hepinize merhaba :)

"Tersyüz" bu sene okuduğum en iyi aşk/gençlik romanıydı sanırım. Dün bitirmeme rağmen hala karakterlerle berabermişim gibi hissediyorum. Klişe bir aşk romanı olduğunu düşünüp beklentisiz başlamıştım fakat kendimi sıcacık bir romanı okurken buldum :)

"Ambrose Young okulun en çekici çocuğu ve kasabanın yıldız güreşçisiydi. Uzun boylu ve yapılı bir vücudu, omuzlarına değen saçları ve yakıcı gözleriyle aşk romanlarının kapaklarını süsleyebilecek kadar yakışıklıydı. Fern Taylor bunun farkındaydı ve Ambrose Young’a âşıktı. Belki de bu kadar yakışıklı olduğu için Fern asla onunla birlikte olabileceğini düşünmemişti. Ta ki her şey tersyüz olana ve Ambrose'un eski yakışıklılığından eser kalmayana kadar… Tersyüz, beş genç adamın küçük bir kasabadan kalkıp savaşa gidişinin ve içlerinden sadece birinin geri dönüşünün hikâyesi... Hayatı, benliği, güzelliği kaybetmenin hikayesi... Bir kızın, yıkılmış bir çocuğa ve yaralı bir savaşçının, sıradan bir kıza olan aşkının hikâyesi... Kalp kırıklığının üstesinden gelen bir arkadaşlığın ve bilinen kalıpların dışına çıkan bir kahramanın hikayesi... Tersyüz, hepimizin içinde biraz iyiliğin biraz da kötülüğün olduğunu keşfettiğimiz modern çağın Güzel ve Çirkin’i..."

Aslında tanıtım yazısına baktığımızda aşk kitaplarının temel ünsurlarını görüyoruz: çirkin kız yakışıklı oğlan, dram içerikli olaylar... Ki başlarda kitabımız oldukça sıradan başlıyor. Ufak tefek çelimsiz Fern, lisenin en yakışıklı ve başarılı çocuğu Ambrose'ye aşık oluyor. Doğal olarak aşkına karşılık bulamıyor. Üstelik Fern'in en yakın arkadaşı Rita, Ambrose ile birlikte olmaya başlıyor. Bir süre sonra Fern, Rita yerine Ambrose'ye mektuplar yazmaya başlıyor ve foyası meydana çıkıyor. Ambrose olanları öğrendiğinde bir hayli sinirlenip Fern ile arasındaki mesafeyi biraz daha açıyor. Ambrose liseden mezun olunca askere gidiyor fakat hayatı bir anda tersyüz oluyor. Askerdeyken yaşanan bir patlama esnasında arkadaşlarını ve yüzünün güzelliğini kaybediyor. Fakat Fern, Ambrose'den vazgeçmiyor ve onun kalbini kazanmak için çabalamaya başlıyor

Konudan bahsederken birazcık ipucu verdim sanırım ama başka nasıl anlatabilirdim bilmiyorum :) Kitaptaki karakterler oldukça iyi ve gerçekçi yaratılmış, bu bir romanın sürükleyici olmasında önemli bir etken bence ve bu konuda tam puanı hak ediyor. Olay örgüsü de kimi zaman sıradanlaşsa da genel olarak oldukça keyifliydi.

Kitapta en sevdiğim karakter Fern'in kuzeni Bailey oldu. Kas distrofisi hastası olmasına rağmen hayata umutla bakan, neşe dolu, temiz kalpli bir karakter Bailey. Her insanın sahip olmak isteyeceği bir dost :)

Sonuç olarak aşk kitaplarına mesafeli olan biri olarak "Tersyüz"ü beğendim. Çok orjinal bir konusu yok belki ama çok samimi ve güzel bir anlatımı var. Tavsiye ediyorum.

Keyifli okumalar.

5 Aralık 2015 Cumartesi

Iain Banks - Eşekarısı Fabrikası



Merhabalar :)

Kısa bir aradan sonra şimdiye kadar okuduğum en ilginç, en gotik ve en karanlık kitap olan "Eşekarısı Fabrikası" ile sizlerleyim :) Yine kendimi kitapçılara attığım bir gün ismi ve kapağı ilgimi çekmişti. Hakkında araştırma yapınca aslında çok bilinen ünlü bir kitap olduğunu ve yeniden baskı yaptığını öğrendim. Konusu da ilginç gelince aldım, okudum. Şimdi de sizlerle düşüncelerim paylaşacağım fakat bu kitabı anlatmak gerçekten çok zor olacak çünkü alışkın olduğum bir tarz değil. Konumuz şu şekilde:

"Yüzyılın en iyi 100 romanından biri."
-The Independent

"Blyth'ı öldürdükten iki yıl sonra küçük kardeşim Paul'ü öldürdüm, ama Blyth'ın ölümü ile karşılaştırınca daha mühim, daha farklı sebeplerim vardı. Bir yıl sonra da birdenbire gelen bir istekle aynı şeyi Esmerelda için yaptım.

Şu ana kadarki skorum, üç. Yıllardır kimseyi öldürmedim, böyle bir niyetim de yok. Öyle bir dönem geldi ve geçti."

Sadece 16 yaşında olan Frank'in olağanüstü özel, aykırı dünyasına - kaldırabilecekseniz eğer - adım atın. 

Frank 16 yaşında. Garip biri. Aslına bakarsanız obsesif ve psikopat. Kendine yarattığı dünyada yaşamayı ve ona hükmetmeyi seven biri. Annesi küçükken onu terk ettiğinden babası ile yaşıyor. Bir de abisi Eric var. Kardeşleri arasında en sevdiği o ve kitap boyunca da olaylar Eric ve Frank çevresinde dönüyor. Eric yaşadığı bir olay sonucu deliriyor, hastaneye kapatılıyor fakat hastaneden kaçıyor ve sık sık Frank ile iletişime geçmeye çalışıyor. Frank bir yandan abisinin döneceği günü beklerken bir yandan da fabrikasındaki eşekarılarının fısıltılarını dinliyor.

Konu anlatımı tam olmadı gibi ama bu defalık idare edin lütfen :) Konumuz görüldüğü üzere ilginç, romandaki karakterler de doğru orantılı olarak bir o kadar ilginç. Olaylar Frank'in ağzından anlatılıyor. Bu onun psikolojisini anlamamız açısından güzel olmuş ki psikolojiye ilgi duyduğum için kitap boyunca Frank'in psikolojisi hakkında çözümlemeler yapmaya çalıştım :) 

Eşekarısı Fabrikası, bir solukta okunabilecek kitaplardan değil. Biraz sindirerek okumak gerekiyor bence. Ben sınav haftasında olmam dolayısıyla istemsiz olarak zamana yaymak zorunda kaldım fakat şimdi düşünüyorum da hızlı bir şekilde okusam bir tat alamazdım sanırım :)

Sonuç olarak kitap ilgi çekici ve farklı. Hep aynı tarz romanlardan sıkıldım, değişiklik olsun diyorsanız tavsiye edebilirim.

Keyifli okumalar.

26 Kasım 2015 Perşembe

Amy Engel - Kurucunun Kızı



Herkese merhaba :)

"Kurucunun Kızı" raflarda çok sık gördüğüm ve merak ettiğim kitaplardan biriydi. D&R'da indirimde olduğunu görünce daha fazla merakıma karşı koyamadım ve aldım. Okuduktan sonra aklımda beliren ilk düşünce "Hemen ikinci kitabı almalıyım!" oldu. Kitap hakkındaki yorumlarıma geçmeden önce konuya göz atalım:


"Dehşet verici bir nükleer savaş sonrası Amerika Birleşik Devletleri büyük ölçüde yok edilmiş, sadece küçük bir grup hayatta kalmıştı. Geriye kalanları kimin yöneteceği konusunda Lattimer'lar ve Westfall'lar arasında çıkan savaşı Westfall ailesi kaybetmişti. Ve beş yıl sonra barış ve kontrol, her yıl yapılan bir törenle, kaybeden tarafın kızları ile kazanan tarafın erkeklerinin evlendirilmesiyle sağlanmaktaydı. 

Bu yıl benim sıram gelmişti. Benim adım Ivy Westfall ve görevim basitti: Başkan'ın oğlunu, müstakbel kocamı öldürmek ve Westfall ailesinin gücünü geri kazanmasını sağlamak. Ama görünen o ki, Bishop Lattimer ya çok yetenekli bir oyuncu ya da ailemin iddia ettiği gibi kalpsiz, zalim bir çocuk değil. Hatta beni bu dünyada gerçekten anlayan tek kişi bile olabilir. Ama kaderimden kaçmama imkân yok. 

Ben Westfall mirasını geri alacak kişiyim. Bishop ölmeli. Ve onu öldüren ben olmalıyım…"

Tanıtım yazısı içeriği net ve yeterli bir şekilde açıkladığından ipucu vermemek adına ekleme yapmayacağım :) Kitabımız "distopya" olarak nitelendirilen kitaplardan. Yaş grubu olarak genelde genç kesime hitap edeceğini düşünüyorum ki bu açıdan da "gençlik romanı" kategorisine koyabiliriz kendisini. Kitap, kalın gözükse de aslında sadece 267 sayfa. Biraz zorlasanız bir günde okunabilecek türden kitaplardan, bunda dilinin oldukça sade ve akıcı olmasının da etkisi var.

Konu olarak çok çarpıcı bir konuya sahip değil. Hatta oldukça sıradan diyebiliriz fakat karakterlerin çok iyi yansıtılmasından kaynaklı bir çekiciliğe sahip :) Özellikle Bishop beni lise yıllarıma döndürecek güçte bir karakter olmuş diyebilirim. En son twilight serisinde Edward Cullen için hayranlık beslemiştim :D Kitabın sonu, ikinci kitap için açık kapı bırakacak şekilde bitmiş.  Eğer "Kurucunun Kızı"nı ikinci kitap çıkmadan okumuş olsaydım, kitabın böyle merakta bırakacak şekilde bitmesine sinir olurdum sanırım. Neyseki ikinci kitap olan "Devrimin Kızı" çıktı. Okumak için beklemeyecek olmaktan dolayı çok mutluyum :)

Her ne kadar çok özgün bir konuya ve güçlü bir olay örgüsüne sahip olmasa da keyifle okuduğum bir kitap oldu. Distopik romanları ve hafif, akıcı bir yazım tarzını seviyor; kitap okurken kafa dağıtmak istiyorsanız bu kitap  tam size göre :) 

Keyifli okumalar

20 Kasım 2015 Cuma

Gilly Macmillan - Dokuz gün



Merhaba! :)

Son dönemde çok isteyerek ve beğenerek aldığım kitaplar tam anlamıyla iştahımı kabarttı. Sınav döneminde olmama rağmen vakit yaratıp okuyorum, hele bir de sürükleyici bir kitapsa elden bırakması zor oluyor :) Son okuduğum kitap "Dokuz Gün" de tam olarak yukarıda saydığım etkileri yarattı :)

Rachel, kocası John'dan boşanmış bekar bir annedir. Boşanmadan sonra 8 yaşındaki oğlu Ben ile yeni bir hayata başlarlar. Bir gün beraber yürüyüşe çıkarlar. Ben, parka önden gitmek ister, Rachel bir süre kararsız kalır fakat sonunda izin verir. 1-2 dakika sonra parka varıp Ben'i göremediğinde korkmaya başlar. Ben'in oyun oynadığını sanıp ortaya çıkmasını söyler ama hiçbir cevap alamaz. Rachel o an gerçeğin farkına varır: Oğlu Ben kaybolmuştur.

Kitap 2 ana karakter ağzından anlatılıyor. Biri Rachel, diğeri ise bu vakadan sorumlu dedektif Jim. Dedektif Jim'in bölümlerinde genelde psikoloğu ile diyaloglar şeklinde bir ilerleyiş var. Kitap için orta tempolu bir kitap diyebiliriz. Lakin bir noktadan sonra merakınız artmaya başlıyor, yazar hedef oklarını geç çıkardığı için romandaki heyecan dozajı biraz geç artıyor :) Şüpheli listesi ortaya çıkınca kitabı elden bırakmak zor bir hal alıyor zaten.

Kitap olay örgüsü olarak güzel. Başlarda sakin, sonradan heyecan dozu artıyor. Yazım dili olarak rahat okunabilir bir kitap lakin çevirisini çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim :) 

Bu kitapla ilgili bir diğer düşüncem de Jodi Picoult tarzında yazılmış olması.Sevdiğim yazarlardan biri olan Jodi Picoult da tıpkı bu kitapta olduğu gibi karakterlere kendilerine ait bir bölüm verir ve hikaye sırasıyla o karakterler tarafından anlatılır. Olay örgüsü haricinde roman karakterlerinin psikolojik durumlarına da yer verilir. Bu kitapta da öyle bir hava sezdim. Tanıdık bir tat ile karşılaşmak hoşuma gitti :)

Kitapla ilgili tek sevmediğim şey, her şeyin bir anda çözümlenmesi oldu. Suçlunun bulunma evresi biraz daha "kedi-fare oyunu" tarzında olabilirdi. 10 sayfa içerisinde suçlu ortaya çıktı ve olay aydınlandı. Polisiye romanlarında, okuyucunun dikkatini uyanık tutan en önemli şey suçlunun kimliğidir. Biraz daha gizemli olmasını ve çözümlenme sürecinin biraz daha uzun olmasını isterdim :)

Genel olarak beğendiğim ve keyifle okuduğum bir kitap oldu :) Çok ağır olmayan, içerisinde dram da barındıran polisiye romanlardan hoşlanıyorsanız tavsiye ederim.

Keyifli okumalar

15 Kasım 2015 Pazar

Tess Gerritsen - Yörünge



Hepinize merhaba!

Bugünkü misafirimiz soluksuz okuduğum bir Tess Gerritsen kitabı olan "Yörünge". Bildiğim kadarıyla "Yörünge" yazarın ilk kitaplarından biri fakat ülkemizde tek baskı yapıp geri planda kalmış. Neyseki Martı Yayınları tekrardan baskısını yapıp bizi bu harika kitapla buluşturdu. 

"Bu öyküde kötü adamlar yok, sadece kahramanlar var.

Kozmik tozlar, uzayın soğuk, karanlık yerlerinden gelen ele avuca sığmayan gezginler, yaklaşan biyolojik tehlikenin heyecanına karışan duygusal ilişkiler ve küçük, güzel mavi küreden çok uzakta başlayan bir gerilim… Tess Geritsen bu kez bambaşka bir yörüngede yazıyor.

Dr. Emma Watson, mesleğinde hızla yükselmiş bir araştırmacıdır ve nihayet uzun zamandır düşlediği bir deney üzerinde çalışma fırsatını yakalamıştır. Bu deney için yapacağı uzay yolculuğu artık bitmek üzere olan evliliğinden daha önemlidir. Yerçekimsiz ortamın farklı canlı türleri üzerindeki etkilerini incelemek için Uluslararası Uzay İstasyonu'na gönderilir. Ne var ki birtakım aksaklıklar olur ve işlerin kontrolden çıkmasıyla deney son derece tehlikeli bir biyolojik savaşa dönüşür. 
Emma'yı hem büyülü uzay yolculuğunda hem de dünyada zorlu bir mücadele beklemektedir."

Emma, gideceği uzay görevi için hazırlık yaparken, kendinden önceki uzay araştırmacılarından birinin eşinin ölmesiyle görevine erken başlamak zorunda kalır ve uzaydaki araştırma istasyonuna gönderilir. Her şey sorunsuz ilerlerken istasyondaki habitatta bulunan fareler ölmeye başlar. Başlangıçta bu durum çok önemsenmese de  farenin bir araştırmacıyı ısırması ve araştırmacının hastalanıp ölmesiyle uzay istasyonunda panik sinyalleri çalmaya başlar. Emma ve ekip arkadaşları kendilerini bir yaşam savaşı içinde bulurlar; artık onlar için geri sayım başlamıştır.

Öncelikle kitabı, yazarın diğer kitaplarından ayıran en belirgin özellik gerilimin bilimkurgu ile harmanlanmış olmasıydı. Konuya NASA ve elbette ki uzayın dahil edilmesi çok güzel olmuş. İlk 100 sayfası tekdüze ilerlese de olaylar gelişmeye başlayınca kitabı elimden bırakamadım, heyecandan dolayı şekilden şekile girdim. Soluksuz okudum kısmı abartı değil, gerçek sayılır yani :) Bu kitapta biraz da Robin Cook havası sezdim. Robin Cook kitaplarını okumuş olanlar, "Yörünge"yi okuduktan sonra bana hak vereceklerdir :) 

Sonuç olarak "Yörünge" her sayfasından keyif aldığım, son zamanların en beğendiğim gerilim romanı oldu. Tess Gerritsen gerilim kitaplarının kraliçesi olduğunu bir kez daha kanıtlamış bence :) Bu güzel kitabı kitaplığımın en nadide köşesine daha sonra tekrar okunmak üzere kaldırıyor ve sizlere de "Yörünge"yi okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum :)

Keyifli okumalar

10 Kasım 2015 Salı

David Levithan - Her Gün



Herkese merhaba :)

İlginç ve yaratıcı bir konuya sahip bir kitapla sizlerleyim. Kitapçıda ayaküstü 5-6 sayfa okuyup konusu ilgimi çekince aldığım, "gençlik romanı" olarak nitelendirebileceğimiz bir kitap kendisi :) 
Tanıtım yazısı şu şekilde:


"Her gün farklı bedende. Her gün farklı hayatta. Her gün aynı kıza âşık.

Uyandım. Anında kim olduğumu anlamam gerekti. Mesele sadece bedenim de değil… gözlerimi açtığımda kolumun renginin açık mı koyu mu olduğu, saçımın uzun mu kısa mı olduğu, şişman mı zayıf mı olduğum, kız mı erkek mi olduğum, yara bere içinde mi yoksa pürüzsüz mü olduğum… Her sabah farklı bir bedende uyanıyorsanız, vücut en kolay alışılan şey. Kavraması güç olabilen ise bedenin önceden yaşamış olduğu hayat. Her gün başka biriyim. Ben, kendimim; kendim olduğumu biliyorum ama ayrıca başka biriyim de. Hep böyle olageldi.

A'nın arkadaşı yok. Ebeveyni yok. Ailesi yok. Mülkü yok. Evi bile yok. Çünkü her gün başka birinin bedeninde uyanıyor. Her sabah farklı bir yatak. Farklı bir oda. Farklı bir ev. Farklı bir hayat.

Rhiannon'la tanıştığı anda ona âşık olan A için, gece çöktüğünde her şey sona ermiştir. Çünkü hiçbir zaman bir insanın bedenine ikinci kez girememektedir. Ancak A, genç kızı aklından çıkaramayınca ve Rhiannon onun yaşama sebebi haline gelince her gün, farklı hayatlar yaşamış farklı bedenlerde ona geri dönmeye çalışacaktır. Bir de onu aşkına inandırmaya…"

A'nın bir cinsiyeti yok, kendine ait bir hayatı yok, tıpkı suyun bulunduğu kabın şeklini alması gibi o da misafir olduğu bedenin hayatını yaşıyor. Fakat bir gün Justin isimli birinin bedenindeyken Justin'in kız arkadaşı Rhiannon'a karşı koyamayacağı bir çekim duyuyor. Bunun her ne kadar yanlış olduğunu bilse de o günü Rhiannon ile beraber mükemmel bir şekilde geçiriyor. Ertesi gün yeni bir bedende uyandığındaysa aklında tek şey oluyor: Rhiannon. 
A, kendini karşı konulamaz hislerin içinde buluyor ve misafir olduğu bedenleri aşkın peşinde sürüklemeye başlıyor.

Güzel bir hayal gücü örneği olan romanımız aynı zamanda kolayca ve akıcı okunmasını sağlayan yalın bir dile de sahip. Kitapta A'nın duygu ve düşüncelerine bolca yer verilmiş. Okurken beni rahatsız edecek, "şurası olmamış" diyebileceğim hiçbir yer olmadı. Kitabın sonu hariç :) Böyle bir kitaba bu kadar basit ve hızlı bir son bana yoğun bir hayal kırıklığı yaşattı. Son sayfayı okuduktan sonra "Nasıl yani, bitti mi şimdi?" diye düşündüm. Keşke daha özenli ve güzel bir son yazılsaymış :)

Sonunu beğenmesem de genel olarak keyifle okuduğum bir roman oldu. Hafif, kolay okunan gençlik romanlarından hoşlananlara gönül rahatlığıyla tavsiye ediyorum.

Keyifli okumalar :)

6 Kasım 2015 Cuma

Sinan Akyüz - İncir Kuşları



Merhaba :)

Yine bir değişiklik yaparak her zamanki gerilim/polisiye tarzından aşk/dram içeriğine yöneldim.  Bu konudaki şanslı kitabımız da ablamın tavsiyesi üzerine "İncir Kuşları" oldu. 

"Aynı ırktan geliyorlardı. Aynı dili konuşuyorlardı. Bir tek dinleri farklıydı. Biri Müslüman Boşnak genci, diğeri ise Hıristiyan Sırp'tı. İkisi de konservatuardaki aynı Boşnak kızına âşık olmuşlardı. Ve bir gün bu iki genç, güzeller güzeli Suada'ya aşklarını ilan ettiler. Ancak gençlerden biri aşkına karşılık bulmuş, diğeri ise "Kalbimde iki kişiye yer yok" cevabını almıştı. Takvim yaprakları 6 Nisan 1992'yi gösterirken bir bomba düştü beyaz zambakların açtığı yüreklere… Suada patlak veren savaşın estirdiği rüzgârda âdeta savrulan bir yaprak gibiydi. Savruldu, savruldu, savruldu... Sonra da kader onu bir zamanlar 'hayır' dediği genç adamın eline esir düşürdü. Genç adam, o gün ela gözlü çöl ahusuna bakmış "Kader bizi ne inanılmaz bir şekilde birleştirdi, görüyor musun Suada?" demişti. Modern zamanlarda Avrupa'da yaşanmış bir soykırımda, kadere inananların romanıdır İncir Kuşları... Bu kitap tamamen gerçeklere dayanmaktadır..."

Suada güzelliği ve yeteneğiyle dikkat çeken bir konservatuar öğrencisidir. Bir gün ders aldığı profesörün oğlu Tarık ile karşılaşır ve birbirlerine ilk görüşte aşık olurlar. Fakat Suada'yı seven ve aşkına karşılık bekleyen biri daha vardır: Vukadin. Suada Vukadin'i reddeder ve Vukadin bunun üzerine okuldan ayrılır. Bir süre sonra savaş başlar. Suada esir kampına düşer. Esir kampında ise onu bir sürpriz beklemektedir: Reddettiği aşığı Vukadin'e esir düşmüştür. Suada kendini acı ve elem dolu günlerin içerisinde bulur.

Kitabımızın konusu genel olarak böyle. Kitabın tanıtım yazısında olayların gerçek bir hikayeye dayandığı yazıyor. Bunu aklınızın bir köşesinde tutarak kitabı okuduğunuzda gerçekten etkileniyorsunuz. Esir kampında yüzlerce erkeğin tecavüzüne uğrayan kadınlar, acımasızca öldürülen insanlar, savaş gerçeği yüreğinizde ince bir sızı oluşturuyor.

Kitabı genel olarak sevdim fakat özellikle Suada ve Tarık'ın aşkının yer aldığı kısımlar biraz ağdalı dil ile yazılmıştı. Aşk kitaplarına ısınamama nedenlerimden biri de gereksizce kullanılan ağdalı dil sanırım :) 
Benim için ortalama bir kitap oldu. Tavsiye eder miyim? Tarihi aşk romanı sevenlere evet :)

Keyifli okumalar 

27 Ekim 2015 Salı

Markus Zusak - Kitap Hırsızı



Hepinize merhaba :)

Bugün sizlere uzun bir sürece yayarak okuyabildiğim keyifli ve farklı bir anlatıma sahip bir kitaptan bahsedeceğim: "Kitap Hırsızı"

Liesel Meminger, annesi ve kardeşiyle yaptığı tren yolculuğunda kardeşini kaybeder. Kardeşini soğuk bir mezarlıkta bıraktıktan sonra bir kitap görür ve Liesel ilk kitabını çalar: "Mezar Kazıcının El Kitabı"
İlk kitap hırsızlığından bir kaç gün sonra Liesel, Hubermann ailesine evlatlık verilir. Nazi Almanyası döneminde ailesini kaybedip yeni bir hayata başlamak zorunda kalan Liesel için tek hayat kaynağı mezarlıktan çaldığı kitabıdır. 
Bir süre sonra Liesel, Hubermann ailesine alışmaya başlar. Özellikle üvey babası Hans ile aralarında güçlü bir bağ oluşur. Hans, Liesel'e okumayı öğretir ve Liesel'in ilk çaldığı kitabı beraber okuyup bitirirler. 
Bir gün Hans'ın geçmişinden biri hayatlarına girer: Yahudi boksör Max Vandenburg
Bir yahudiyle konuşmanın bile suç sayılabileceği bir dönemde Hubermann ailesi bir yahudiye kapılarını açar ve bodrumda gizlenen Max ile Liesel arasında bir dostluğun temelleri atılır.

Kitapta özellikle hoşuma giden iki bölüm oldu. Birincisi kitapta yaşanan olayların "ölüm"ün bakış açısından anlatılması. İkincisi ise Max'in Liesel için hazırladığı resimli kitap. Sanırım kitabı okurken duygulandığım tek yer Max'in kitabının resmedildiği yerdi :)

Kitap Hırsızı, benim için kolay okunan keyifli bir kitap oldu. Olay örgüsü biraz daha güçlü olabilirdi belki ama bu haliyle de beğenimi kazandı.

Keyifli okumalar.

11 Ekim 2015 Pazar

Josh Malerman - Kafes



Merhabalar :)

Yine uzun bir ara oldu malesef ama şu sıralar okuma isteğimde bir gerileme mevcut. Bugün sizlere tanıtacağım kitabı 10 gün gibi uzun bir süreçte bitirebildim. Kitap okunmayacak kadar kötü olduğundan değil tabi :) benim okumak için zaman bulamamamdan, zaman yaratamamdan kaynaklı bir şey. Daha fazla lafı uzatmadan hemen "Kafes" kitabı hakkındaki düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Öncelikle konumuzdan bahsedecek olursak romanımız ilginç bir konuya sahip:

 Dünya'da aniden ilginç ve ölümcül bir salgın baş göstermiştir. İnsanlar dışarda gördükleri bir varlık yüzünden akıllarını yitirip kendilerini vahşi şekilde öldürmektedirler. Fakat dışarıdaki bu "şey"in ne olduğunu, neye benzediğini onu görenler haricinde bilen yoktur. İnsanlar bir süre sonra kendilerini korumak için evlerinin camlarını kapatmaya, dışarı çıkarken gözlerini bağlamaya başlarlar. Tüm bu keşmekeşin ortasında kalanlardan biri de Malorie'dir. Üstelik yalnız değildir; karnında taşıdığı bir de bebeği vardır. Ablasının kendini öldürmesiyle, gazetede gördüğü bir ilan sonucu yola çıkar. İlanda bu olaylardan sağ çıkanların toplanabileceği bir ev adresi belirtilmiştir. Malorie bu "şey"le beraber savaşacağı insanların yanına varır ve bundan sonra onlar için karanlık bir mücadele başlar. 

Okuyunca gerçekten ilginç ve hoş gelen bir konusu var. Fakat ben işleyiş açısından yetersiz buldum ne yazık ki. Özellikle insanların ölümüne sebep olan varlıklarla ilgili bir açıklama yapılmaması benim açımdan konuyu biraz eksik kıldı. Onun haricinde psikolojik gerilim açısından başarılı diyebiliriz. Fakat aday olduğu ve kazandığı "en iyi korku romanı" ödüllerinin hakkını verebilmiş mi tam emin olamıyorum :)

Bu tarz kitapları çok fazla okuyan ve dolayısıyla çıtası yüksek olan biri olarak benim için ortalama bir romandı. Yine de bir şans verilebilir, eminim beğenenler de olacaktır.

Keyifli okumalar.

30 Eylül 2015 Çarşamba

Lori Schiller - Sessiz Oda



Hepinize merhaba :)
Bugün sizlere bahsedeceğim kitabı geçen sene fuardan almıştım. Yani okunmak için uzun süredir bekleyen bir kitaptı, hangi kitabı okusam diye kitaplığıma bakarken gözüme çarptı ve nihayet okuma imkanı buldum. Kitabımız "Sessiz Oda". Tanıtım yazısı şu şekilde:

"Burası tam olarak yeterli değil. Koltuktan uçamadım," dedi. Etrafına bakındı. " Eğer beni pencereye götürebilirsen sana uçabildiğimi gösterebilirim."
Buna inanıyordu. Bu konuda hiç bir şüphe yoktu, bunu gerçekten yapabildiğini sanıyordu. Eğer onu pencereye götürürsek elleri havada iki tarafına açılmış olarak yere çakılacaktı. 
Ne diyeceğimizi bilemiyorduk, biz de konuyu değiştirdik ve sonra hastaneden ayrıldık. Ayrılırken sesi kulaklarımda çınlıyordu: "Uçabiliyorum baba, uçabiliyorum."
***
On yedi yaşındaki Lori Schiller birbirine bağlı zengin bir ailenin tek kızıydı. Altı yıl sonra ilk intihar girişiminde bulundu ve New York şehrinde kafasında ona eziyet eden sesler ve üzerinde yırtık pırtık kıyafetleriyle sokaklarda dolaştı. Lori Schiller artık bütünüyle olgunluğa ulaşmış bir şizofreni hastalığının tam ortasındaydı. Defalarca hastaneye yattı, rehabilitasyon merkezlerine sığındı, durumu kötüleşti, daha fazla intihar teşebbüsünde bulundu ve yorucu olan mutlak bir çaresizliğin içinde yaşadı. Ama kurtuldu. 
Şimdi bu kişisel yaşam öyküsünde Lori bizi, kendine ait saklı dünyasından içeri alıyor, onu iyileştiren doktorları ve hastalığı süresince acı çeken ailesini de yanına alarak bu hastalıktan nasıl kurtulduğunu anlatıyor. Sürükleyici, yürek parçalayıcı ama kesinlikle yüceltici bir hikâye… 
SESSİZ ODA akıl hastalığının yarattığı yıkıcı etkilere, sabrın ve cesaretin gücüne şahitlik eden mükemmel bir klasik."
                                                             
Lori tam da annesiyle babasının istediği gibi mükemmel bir genç kızdır. Okulda başarılı, sosyal yaşantısında  ilgi çeken aktif biridir. Yaz kampına gittiği sırada ilk kez "Sesler" ile tanışır. Başta bu durumu idare edebilen Lori bir süre sonra "Sesler"i çevresinden saklamakta ve günlük yaşamına devam etmekte zorlanır ve şizofreninin derin kuyusuna doğru düşmeye başlar. Defalarca intihar girişiminde bulunup hastaneye yatırılır ve şizofreni ile olan zor savaşına başlar.

Psikolojiye ilgi duyan biri olarak kitap çok hoşuma gitti. Hem yaşanmış, gerçek bir olay olması hem de bunu yaşayan kişinin kaleminden anlatılması kitabı çok etkileyici kılmış bence. Oldukça basit ve sade bir üslup kullanılmış. Çok rahat okunabilen bir kitap bu açıdan. Kitap boyunca Lori'ye ve ailesine karşı empati kurmaktan kendimi alamadım. Şizofreninin hem yaşayan için hem de çevresindeki insanlar için ne kadar zor bir psikolojik rahatsızlık olduğu gözler önüne serilmiş.

Şayet psikolojiye ve yaşanmış hikayelere ilgi duyuyorsanız, "sessiz oda" severek okuyacağınız ve etkileneceğiniz bir kitap olacaktır :)

Keyifli okumalar

23 Eylül 2015 Çarşamba

Gabrielle Zevin - Huysuz Kitapçı Fikry'nin İnanılmaz Hikayesi



Hepinize merhaba! :)

Bugün sizlere isminin hakkını veremeyen fakat yine de keyifle okunabilen bir kitaptan bahsedeceğim "Huysuz Kitapçı Fikry'nin İnanılmaz Hikayesi". Bu kitabı instagramda takip ettiğim bir bloggerın çok beğenmesi sebebiyle merak edip okunacak kitaplar listeme eklemiştim. Bir kitap sitesi indirimi sayesinde de uygun fiyata bulunca alıp okudum. Kitabımızın tanıtım yazısı şu şekilde:

"Karısı Nic'i trafik kazasında kaybetmiş, küçük bir adada sakin bir kitabevi işleten, tekdüze bir hayata sıkışmış bir adamdı A.J. Fikry. Hayatına anlam katan tek şey kitaplarıydı. Ta ki bir gün, sahip olduğu kitabevine küçük bir kız çocuğu bırakılana kadar… 

Maya, gözlerinden zekâ fışkıran sevimli bir kız çocuğu. A.J.'nin hayatına girdiği günden itibaren onu neredeyse bambaşka bir adama dönüştüren bir sihirbaz. A.J., Maya ile birlikte yeniden sevmeye başlıyor; sevilmeyi, gülmeyi, bir başkası için üzülmeyi, ilişkiler için çaba sarf etmeyi yeniden öğreniyor." 

Kitabın tanıtım yazısı kitap konusu hakkında yeterli bilgi içeriyor, kitabın keyfini kaçırmamak için daha fazla detay veremiyorum :) kitap hakkındaki yorumlarıma gelecek olursak, kitabın ismine baktığınızda "vauvv acaba bu kadar inanılmaz nasıl bir hikaye olabilir" diye düşünüp merakla kitaba başlıyorsunuz. Fakat sayfaları çevirip gayet sıradan bir roman okuduğunuzu fark edince ufak bir hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Kitap kötü mü? Hayır değil, hatta ben keyifli buldum. Fakat kitap ismini ve içeriği bağdaştıramadım.

Kitap hakkındaki bir diğer olumsuz eleştirim de karakterlerin hiçbirinin belirtildikleri yaşa uygun davranmamaları. Garip bir eleştiri oldu farkındayım ama tam da söylediğim gibi :) Mesela romanımızın baş karakteri A.J Fikry aslında 40lı yaşlarında biri fakat yazar öyle bir tasvir etmiş ki ben 60lı yaşlarında huysuz bir ihtiyar olarak hayal ettim. Diğer karakterimiz Maya 2 yaşında fakat o da olduğu yaştan büyük davranışlar sergiliyor. Yazar özellikle mi bunu tercih etti bilemiyorum ama bu kitap boyunca dikkatimi çeken ve çok da hoşuma gitmeyen bir detay oldu.

Bu kadar olumsuz eleştiriden sonra bir de hoşuma giden bir detaydan bahsedeyim :) Kitabın sonunda Fikry'nin Maya için hazırladığı bir okuma listesi yer alıyor. Bu benim çok hoşuma gitti açıkçası, hatta bir kaç tane ilgimi çeken kitap da oldu. Güzel düşünülmüş bir ayrıntı olmuş bence.

Sonuç olarak, konu itibari ile sıradan bir kitap. Fakat bir şekilde kendini okutuyor. Benim için orta seviyede bir kitap oldu. Okuyup okumamak konusunda tercih sizin :)

Keyifli okumalar.

16 Eylül 2015 Çarşamba

Andy Weir - Marslı



Merhaba!

Bugün sizlere bu yaz okuduğum en güzel kitabı tanıtacağım: "Marslı". İlk defa bir kitabı anlatırken heyecanlanıyorum sanırım ama elimde değil muhteşem bir romandı :)  Hemen  konuya geçiyorum.

6 kişilik bir ekip NASA görevini gerçekleştirmek için Mars'a doğru yola çıkarlar, her şey sorunsuz bir şekilde ilerlemektedir. Ta ki Mars'ta şiddetli bir fırtına çıkana kadar. Fırtına görevi tehlikeye atacak şiddete gelince mürettebat Mars'ı terk etmeye karar verir. Tam o sırada fırtına esnasında kopan bir anten Mark Watney'e denk gelir. Özellikle komutan Lewis, Mark'ı bulma konusunda çabalar fakat Mark'ın monitöründen gelen bilgiler onun öldüğü yönündedir. Mürettebatın kalanını da tehlikeye atmamak için Marstan ayrılmak zorunda kalırlar. Lakin arkalarında bıraktıkları biri vardır: Mark Watney! Bir süre yaşamsal verileri kaybedilmiş olsa da Mark hayatta ve Marsta yapayalnızdır. Bir sonraki Mars projesinin gerçekleşmesine 4 yıl vardır ve Mark bu 4 yıl boyunca Marsta yaşamaya mahkumdur, tabi hayatta kalabilirse.

Kitabı okurken sık sık keşke herkesin hayatında bir Mark Watney olsa diye düşündüm. Zira karakterimiz aşırı zeki olmasının yanında bir hayli eğlenceli bir karaktere de sahip :) Bu yüzden kitabı okurken oldukça eğlendim. Kitabın geneline baktığımızda biraz fizik, kimya konularında bilgi birikimi isteyen bir kitap olduğunu görüyoruz. Benim bu konuda bir temelim olmadığından bazı teknik kısımları anlamakta bir hayli zorlandım. Yazar her ne kadar açıklayıcı bir anlatım kullanıp basit bir şekilde aktarmaya çalışsa da kimi yerlerde tıkandım diyebilirim fakat bu, kitabın akışından bi şey eksiltmedi :) 

İnsan konuyu okuyunca, bir insan tek başına Marsta yıllarca nasıl hayatta kalabilir ki diye düşünmüyor değil.  Her şeyden önce karakterimiz Mark bir botanist ve mühendis. Marsta bulunduğu süreçte bu onun fazlasıyla işine yarıyor. Hatta size şöyle söyleyeyim adam Marsta patates yetiştiriyor! :) Ayrıca yaşamının devamlılığı için  gerekecek bir çok şey mevcut: HAB adını verdikleri bir yaşama alanı, oksijen, su arıtıcısı, yiyecek besinleri vs. Karakterimiz de bir çok faktörü birleştirerek kitap boyunca hayatta kalmak için çabalıyor.

Okurken çok keyif aldığım enfes bir bilimkurgu romanıydı :) Ekim ayında vizyona girecek filmini merakla bekliyorum. Sanırım sinemaya ilk gidenlerden biri olacağım. Özellikle bilimkurgu sevenlere şiddetle tavsiye edebileceğim bir kitap :) Kitabı okurken sık sık keşke herkesin hayatında bir Mark Watney olsa diye düşündüm. Zira karakterimiz aşırı zeki olmasının yanında bir hayli eğlenceli bir karaktere de sahip :) Bu yüzden kitabı okurken oldukça eğlendim. Kitabın geneline baktığımızda biraz fizik, kimya konularında bilgi birikimi isteyen bir kitap olduğunu görüyoruz. Benim bu konuda bir temelim olmadığından bazı teknik kısımları anlamakta bir hayli zorlandım. Yazar her ne kadar açıklayıcı bir anlatım kullanıp basit bir şekilde aktarmaya çalışsa da kimi yerlerde tıkandım diyebilirim fakat bu, kitabın akışından bi şey eksiltmedi :) 

İnsan konuyu okuyunca, bir insan tek başına Marsta yıllarca nasıl hayatta kalabilir ki diye düşünmüyor değil.  Her şeyden önce karakterimiz Mark bir botanist ve mühendis. Marsta bulunduğu süreçte bu onun fazlasıyla işine yarıyor. Hatta size şöyle söyleyeyim adam Marsta patates yetiştiriyor! :) Ayrıca yaşamının devamlılığı için  gerekecek bir çok şey mevcut: HAB adını verdikleri bir yaşama alanı, oksijen, su arıtıcısı, yiyecek besinleri vs. Karakterimiz de bir çok faktörü birleştirerek kitap boyunca hayatta kalmak için çabalıyor.

Okurken çok keyif aldığım enfes bir bilimkurgu romanıydı :) Ekim ayında vizyona girecek filmini merakla bekliyorum. Sanırım sinemaya ilk gidenlerden biri olacağım. Özellikle bilimkurgu sevenlere şiddetle tavsiye edebileceğim bir kitap :)

Keyifli okumalar.




12 Eylül 2015 Cumartesi

Becca Fitzpatrick - Fısıltı ( Hush Hush #1 )



Merhaba! :)

Yıllardır adını ve hakkındaki beğenileri duyduğum fakat bir türlü okumaya fırsat bulamadığım bir seriye başladım: "Hush Hush". Şimdilik elimde ilk 2 kitabı var, bugün sizlere anlatacağım serinin ilk kitabı olan "Fısıltı".
Kitabımızın tanıtım yazısı şu şekilde:

"Kovulmuş bir meleğe âşık olmak...

"Bütün sınıf arkadaşlarımın isimlerini biliyordum... Biri hariç. Yeni öğrenci... Arkamdaki sırada, serinkanlı siyah gözleri karşıya sabitlenmiş bir hâlde kaykılmış oturuyordu...

Siyah gözleri beni âdeta delip geçiyordu. Dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrıldı. Kalbim bir an tekler gibi oldu ve o bir anlık duraksamada, kasvetli bir karanlık duygusunun bir gölge gibi üzerime örtüldüğünü hissettim. Bu duygunun kaybolması sadece bir an sürdü, ama ben hâlâ ona bakıyordum. Gülümsemesi dostça değildi, bela kelimesini heceleyen bir gülümsemeydi. Ve vaat doluydu."

Nora bir süre önce babasını kaybetmiş, annesiyle yaşayan bir lise öğrencisidir. Bir gün biyoloji dersinde sınıfın esrarengiz çocuğu Patch ile eşleşir. Patch ile aralarında karşı konulmaz bir çekim vardır. Nora, Patch'in tavırları sebebiyle ders hocasından defalarca partnerini değiştirmesini istese de teklifi her zaman reddedilir. Zaman geçtikçe Nora, Patch ile istemeden yakınlaşmaya başlar. Bu ona hem çekici hem ürkütücü gelmektedir. Çünkü Patch'in açıklayamadığı karanlık bir tarafı olduğuna inanmaktadır ve bu karanlık tarafı ne olursa olsun ortaya çıkaracaktır.

Öncelikle okuduğum ilk "melek" içerikli kitaptı. Araştırma yaptığımda bu tarzda yazılmış bir çok kitap olduğunu gördüm. Neredeyse bir kitap türü haline gelmiş diyebilirim. Beğendin mi derseniz kesinlikle evet derim fakat anlatım ve romandaki karakterler itibariyle biraz daha genç grubuna hitap eden bir kitap. 15-20 yaş grubu aralığındakilerin bayıla bayıla okuduğuna eminim :)

Kitabı okurken bir hayli eğlendim. Yazarın samimi üslubu hoşuma gitti. Özellikle Nora'nın yakın arkadaşı Vee'ye bayıldım ( keşke başka bir isim konulsaymış, itiraf ediyorum ilk okuyuşumda bir isim olduğunu anlamayıp bağlaç olan "ve" sanıp o şekilde okudum :/ ). Tabiki esas oğlanımız Patch mükemmel şekilde tasvir edilmiş, tam hayalleri süsleyecek erkek: Gizemli, çekici ve aşkı için her şeyi göze alan :)

Su gibi akan, benim için "çerezlik" tabir ettiğim kitaplardan biriydi. Keyifli bir anlatımı ve ilk defa okuduğum bir tür olduğu için hoşuma giden bir konusu var. Bu kitabı ilk çıktığı zamanlarda yani bir 5 sene önce okusaydım yaş itibariyle kitabın sıkı bir hayranı olurdum sanırım :) Serinin devamında ne olacak merak ediyorum.

Keyifli okumalar.

8 Eylül 2015 Salı

Kürşat Başar - Başucumda Müzik



Hepinize merhaba! :)

Katilli cinayetli, gerilimli, heyecan dozajı yüksek kitap tutkuma biraz ara verip aşk kitabı okuyayım diye heves ederek başladığım ve biraz zorlanarak bitirdiğim bir kitap ile sizlerleyim: "Başucumda Müzik"

Yazarımız bir erkek fakat kitabımızın kahramanı bir kadın. Başka bir cinsiyete bürünüp hikayeyi o kişinin gözünden anlatmak oldukça zor bence. Zira erkeklerin kadınları anlayamadığı düşüncesi vardır hep :) Fakat Kürşat Başar bu konuda başarılı olmuş diyebilirim. Bir kadının ruhunun derinlerinde yaşadığı girdapları, sevgiyi, tutkuyu, ikilemleri oldukça başarılı şekilde anlatmış.

"Eğer, hayatımızın bir an’ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken.. Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün.. Herkes âşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu. Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan âşıksın."

Baş karakterimiz deli dolu, ele avuca sığmayan biri. Henüz küçük bir çocukken sokakta bisiklet sürdüğü bir sırada abisine ve onun arkadaşına denk geliyor. Abisi onu, o zamanlarda kadınların gözdesi olan Fuat ile tanıştırıyor. Eve gittiğinde çocukça bir merakla Fuat'ı düşünüyor, kaderin onları ileride bir araya getireceğini bilmeden... Ve aradan yıllar geçiyor. Kızımız büyüyor; görücü gelecek yaşa geliyor. Kendisine görücü gelen hariciyeci Turgut ile evlenmeye karar verip Amerika'ya yerleşiyor. Bir balo gecesinde Fuat ile tanışıyor, çocukken karşılaştığı o adamla. O gece, o balo salonunda yasak aşklarının temeli atılıyor. Bir oyun olarak gördüğü ve ipleri elinde bulundurduğunu sandığı bu ilişki bir süre sonra çığrından çıkıyor ve olaylar gelişiyor.

Konu hakkında söyleyebileceklerim bu kadar. Sanırım yazdığım en kötü konu anlatımı bu oldu ama idare edin lütfen :)

Yorumlarıma gelecek olursak kitapla ilgili ilk söyleyebileceğim şey, derinliği fazla olan bir kitap olduğu. Hani şu cümlelerinden etkilenip satır altlarını çizeceğiniz kitaplar vardır ya tam da o kitaplardan biri. Etkileyici cümlelerle bezeli bir kitap olsa da ne yazık ki ben de istediğim etkiyi yaratamadı. Yazar sanki denemeleriyle bir olay örgüsünü birleştirip bu kitabı çıkarmış gibi hissettim hep okurken. Çünkü romanda olay örgüsünden çok betimlemeler, düşünsel analizler dikkat çekiyor. Bu da beni zaman zaman kitaptan kopardı açıkçası. Kimi yerlerde de sıkıldığımı itiraf etmeliyim çünkü romanlarda betimlemelerin fazlasından pek hoşlanmıyorum.

Kitabı bitirdikten sonra hakkında biraz araştırma yaptım ve romanın gerçek bir olaydan esinlendiğini öğrendim. Fatin Rüştü Zorlu ve Vesamet Kutlu'nun aşkından izler taşıyormuş bu kitap. Aynı zamanda bir dönem kitabı bu, 1950li yılları anlatıyor.

Benim için orta karar bir kitap oldu. Bazen okuduğum cümlelerden büyük keyif alsam da kitabın gereksiz uzun oluşu, bazı yerlerde aşırı uzun analizler ve betimlemeler olumsuz etki yarattı. Yoğunlaştırılmış aşk romanlarını sevenlerin hoşuna gidecek bir kitap olduğunu düşünüyorum.

Keyifli okumalar :)

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Paula Hawkins - Trendeki Kız



Güzel ve sıcak bir yaz gününden hepinize merhaba:) Size bugün 1 günde okuyup bitirdiğim "Trendeki Kız" kitabından bahsedeceğim. Kitap hakkındaki yorumlara baktığımızda beğenenler olduğu kadar beğenmeyenler olduğuna da görüyoruz. Bu yüzden ben de okumaya kafamda soru işaretleriyle başladım fakat çabucak bitirdiğim bir kitap oldu. Yorumlarıma geçmeden önce konuya göz atalım:

"Rachel her gün aynı trene binip aynı çifti izliyordu. Çiftin başına gelenleri bütün ülke duyduktan sonra, hayatlarına dâhil olmaya karar verdi."

Rachel kocasını ve işini kaybetmiştir. Alkol problemi onu önce kocası Tom'dan sonrasında ise işinden ayrılmak zorunda bırakmıştır. Rachel, Tom'dan ayrıldıktan sonra arkadaşıyla yaşamaya başlar fakat bir sorun vardır: Arkadaşı Rachel'ın işsiz olduğunu bilmiyordur. Bu yüzden Rachel, çalıştığı zamanlarda olduğu gibi her sabah Londra trenine biner ve bu tren yolculukları sırasında çevreyi gözetler. En dikkatini çeken yer ise eskiden oturduğu semttir. Burda özellike bir ev dikkatini çeker. Her sabah o evin önünden geçerken ev sahipleri hakkında fikir sahibi olmaya çalışır. Rachel, onları kendi eski mutlu günleriyle özdeşleştirir. Fakat bir sabah evdeki kadının kocasından başka bir erkekle sarmaş dolaş olduğunu görür ve öfkelenir. Ertesi gün haberlerde gördüğü şey ise şaşırtıcıdır : Her gün evini gözlemlediği ve başkasıyla gördüğü kadın kayıptır. Rachel bundan sonrasında kendini olayların içinde bulur.

Öncelikle kitapta kullanılan dil oldukça akıcı. Kitap polisiye olarak tanımlansa da kitaptaki polisiye dozu oldukça düşük. Yine de merak duygusunu uyandırıp kendini okutuyor. Kitaptaki karakterlerin kişilik analizleri oldukça başarılı olmuş. Ben özellikle Rachel karakterine karşı empati kurmaktan kendimi alamadım. Eski kocası Tom'dan ise nefret ettim. Daha fazla detaya girmek istemiyorum zira ipucu vermekten korkuyorum.

Kitabın sonu biraz hızlıca bağlanmış. Yani sayfalar boyunca oluşturulan sır perdesi son 20 sayfada aralanıyor ve kitap bitiyor. Dikkatli polisiye okuyucuları kitabın yarısından sonra olayı çözecektir diye düşünüyorum:)

Okuduğum en iyi polisiye/gerilim kitabı değildi ve fakat en kötüsü de değildi. Benim için ortalama seviyede, okunabilir bir kitap oldu. Kitapta en sevdiğim şey karakterlerin oldukça gerçekçi yansıtılması oldu. Olay örgüsü biraz daha kuvvetli olsaydı çok daha beğenerek okuduğum bir roman olurdu ama bu hali de çok kötü değil. Eğer beklentiniz çok yüksek değilse tavsiye ediyorum.

Keyifli okumalar:)

21 Ağustos 2015 Cuma

Akilah Azra Kohen - Fi



Hepinize merhaba! :) Biraz ara verdim ve bu ara bana çok uzun bir zamanmış gibi geldi. Yaz stajım başladığı için yorgunluktan ve yoğunluktan ne yazık ki kitap okuma hızım fazlasıyla düştü. Fakat stajımın bitmesiyle beraber okumak için kenarda biriktirdiğim kitaplara hızlı bir dönüş yapacağım ve elbette ki sizinle paylaşacağım. Bugün sizlere bahsedeceğim kitap ise "çabuk bitiririm" düşüncesiyle başlayıp 2 haftada zar zor okuduğum bir kitap. Tanıtım yazısı şu şekilde:

"Fi, deneyimin içinde kaybolmak yerine korkmadan deneyime sahip olmanın yolculuğudur. İçinde bolca bulunan manipülasyon, seks, aldatma ve aldanma hikâyeleri belki herkesin dikkatini çekebilir ama gerçeklerden yola çıkılarak ulaşılmak istenen yerde sadece farkındalık vardır.

Fi güzelliğin lanetlendiği, zekânın yağmalandığı, iyinin kurban edildiği ve kasaba kurnazlığıyla yönetilen bu gezegende, içine doğduğumuz bu kutsal hayatı kutlamak için yazılmıştır. Kendi potansiyelini keşfetme cesareti gösterebilmiş gerçek kişilere, çatlama cesareti gösterebilmiş tohumlara adanmıştır."


Kitabın çok okunmasından, ablamın tüm seriyi bayıla bayıla okumasından dolayı bu kitaba karşı merakım uyandı ve okumaya karar verdim. Ama malesef benim için zaman kaybı oldu. Kitabın hiçbir yerinden giremedim, olayın çok dışında kaldım. Ki genelde kitap okurken karakterlerle, olayla bütünleşirim ama bu kitap bana umduğumu veremedi.

Konudan bahsetmek istiyorum lakin tam olarak anlatabilir miyim emin değilim. Kitapta bir çok karakter mevcut. Ünlü psikiyatrist ve televizyon programı sunucusu Can Manay, güzelliğiyle herkesi büyüleyen balerin Duru, Duru'nun müzisyen nişanlısı Deniz, zihinsel engelli bir kardeşi olan psikoloji öğrencisi Bilge, gazeteci Özge ve daha bir çok karakter barındıran bir roman. Aslına bakarsanız olaylar Can Manay'ın etrafında dönüyor, herkesin hikayesi bir şekilde Can manay ile kesişiyor. Zaten Can Manay kitapta eşsiz biri olarak lanse ediliyor. Bu eşsiz nitelikteki psikoloğumuz bir gün Duru'yu görüyor ve ona karşı, karşı koyamayacağı bir çekim hissediyor. Kitap boyunca Can Manay'ın Duru'ya olan takıntısını yoğun bir şekilde görebiliyoruz. Her bölümde bir karakterin hayatından kesitler veriliyor yani roman tek karakter ağzından anlatılmıyor. Bu benim için kitabı okunabilir kıldı.

Kitapta felsefik ve düşünsel bir anlatım mevcut. Fakat nasıl desem bu bana çok zorlama geldi ve itiraf etmeliyim ki bazı kısımları atlayarak okudum. Kitapta bir diğer belirgin unsur cinsellik. Kitabı oluşturan iki tema cinsellik ve felsefe diyebiliriz.

Sonuç olarak benim için tatmin edici bir kitap olmadı ne yazık ki. 2. ve 3. Kitabı okumayı düşünmüyorum bu yüzden. Etrafımda bu kadar çok beğenen insan varken ben neden beğenemedim bende mi bir sorun var diye düşünmüyor değilim ama neyse zevk meselesi deyip geçiştirelim :) benim yorumlarım bu şekilde, okuyup okumamak konusunda tercih sizin.

Keyifli okumalar.